Agape danışmanlık merkezi
AnasayfaSite içi arama

Psikolojik Danışmanlık

Çocuk Danışmanlığı

Çocuk Terbiyesi mi? Çocuk Eğitimi mi?

 

Bu soru günümüz anne babalarına sorulduğunda alınacak yanıt “çocuk eğitimi” olur. Aynı soru onları yetiştiren anne babalara ya da anneanne ve dedelere sorulduğunda ise sanırım alınacak yanıt “çocuk terbiyesi” olacaktır. 

Bir sözlüğe açıp baksak;

Eğitmek: 1.Birinin akla uygun, fiziksel ve moral gelişmesi üzerine etki ederek çeşitli davranış yatkınlıkları, bilgi ve görgü aşılayarak, önceden tespit edilmiş amaçlara göre onun belirli bir yönde gelişmesini sağlamak, terbiye etmek.

Terbiye(I): ar.1.Eğitim.  2.Görgü.

olarak açıklanır. Her iki kelimenin anlamları incelendiğinde aslında bu iki kavramın başlıkta sorgulandığı gibi birbirine karşıt değil, birbiriyle iç içe olduğu görülmektedir.

Çocuk eğitilirken aynı zamanda terbiye edilmekte ve terbiye edilirken de eğitilmektedir.  Bu iki kavram “çocuk yetiştirmek” denilen ana eylemin iki önemli unsuru olarak kabul edilebilir. Bir yandan bilgi beceri edindirilen çocuk, diğer yandan toplum kurallarını öğrenmektedir.

Sözlük anlamlarına göre iç içe olan bu iki kavramın, halk arasındaki kullanımında içerik farklılığı yaratan nüanslar olduğu gözlenmektedir.

Özellikle “terbiye etmek” halk arasında daha çok görgü (toplum) kurallarını, uslu uslu durmayı, kimseyi rahatsız etmemeyi öğretmek anlamında kullanılmaktadır.

Terbiye edilen çocuk, terbiye eden ve edilen ilişkisinde daha edilgen, boyun eğen ve sorgusuz kabul eden rolündedir. Çünkü topluluk kurallarına uygun olarak davranmayı öğrenmektedir ve hepimizin bildiği gibi kurallar öğrenilirken yorumlanamaz. Özellikle geçmiş kuşaklarda çocuk terbiye edilirken onunla çok fazla iletişim kurulmaz, sebepler ve sonuçlar açıklanmazdı. Hayırlar daima hayır olarak kalırdı.

Eğitilen çocuk ise “eğitmek” sürecinin karakteristiği gereği daha etkin, özgür, fikrini söyleyebilir ve sorgulayabilir roldedir. Çünkü bu süreçte “terbiye etmekten” farklı olarak, toplum kurallarına göre şekillendirilmek istenen çocuğun, bazı özel yatkınlıkları, kişisel tercihleri, beğenileri ve fikirleri göz önünde bulundurulmakta, tüm sebep ve sonuçlar açıklanmaktadır. Hatta belki de biraz fazla açıklanmakta ve ne yazık ki hayırlar çoğunlukla evete dönüşmektedir.

Sonuç olarak eğiten-eğitilen ilişkisinin, terbiye eden-edilen ilişkisine göre daha eşit konumlandığı görülmektedir. Bununla birlikte her iki süreçte de çocuğa sebepler ve sonuçlar gerektiği kadar açıklanmalı, hayır demekten kaçınmamalı ve hayırlar hep hayır olarak kalmalıdır.

Terbiye de eğitim de ailede başlar. Aile, okula başlayıncaya kadar olan dönemde çocuğa bazı temel alışkanlıklarla (uyku, tuvalet, banyo ve yeme alışkanlığı vb.) birlikte, bazı toplum kurallarını kazandırır. Çocuk sosyalleşmeye başladıkça çevresinin ve okulun da katkıları ile bu süreç devam eder. Daha sonra okulun ilk üç yılında öğretmenlerin de eklemeleri ve tekrarları ile temel toplum kuralları tamamlanır ve sonraki yıllarda eğitim süreci biraz daha ön plana geçer.

Nelerdir bu sözü edilen temel toplum kuralları?

Kendini düzgün bir biçimde ifade edebilmek, karşısındakini dinleyebilmek, sıra bekleyebilmek, istek ve arzularını erteleyebilmek, başkalarının duygularını anlayabilmek, gerektiğinde özür dilemek ve teşekkür etmek, kurallarına uyarak oyun oynayabilmek, öz bakımını yapabilmek vb.

Çocuk yetiştirirken daha çok terbiye etmek yoluyla kazandırılan bu kurallar elbette ki aynı zamanda bazı eğitim yöntemlerini de gerektirebilir. Bu temel kurallar kazandırıldıktan sonra çocuğun eğitim süreci çok daha verimli, sağlam ve kolay olacaktır. Artık bu temelin üzerinde, çocuğun kişisel özelliklerinin renklendireceği ve şekillendireceği bir karakter oluşacaktır.

Bu süreçte hedeflenen davranışların kazandırılabilmesi için -çocuk yetiştirmede olmazsa olamaz özellikler- sabırlı, kararlı ve tutarlı olmak, sürekli ve bıkmadan konuşmak, anlatmak ve tabi doğru model olmak çok önemlidir.

Kazandırılmak istenen temel alışkanlıklar ise günümüz ailelerinin çoğunda çeşitli krizlere neden olmaktadır. “Gece yatma krizi”, “banyo yapma krizi”, “yemek yeme krizi” vb. Çünkü aileler çocuk yetiştirme kavramının içinde yer alan “terbiye etme” kısmını neredeyse yok saymakta, “eğitmek” işini de ne yazık ki çoğu zaman eksik ve yanlış yapmaktadır.

Ailelerinin çoğu çocuk yetiştirirken terbiye etmek üzerinde pek fazla durmamakta ve çocuk eğitiminin salt özgür çocuklar yetiştirmek demek olduğunu sanmaktadırlar. Bu yanılgı nedeniyle, yerli yersiz her konuda çocuğun fikrini soran ve çocuk ne derse onu yapan, çocuklarına hayır diyemeyen ya da hayır dememeyi tercih eden aileler oluşmaktadır. Bu tip aileler sıklıkla disiplin ve otorite sorunu yaşamakta ve bu soruna bağlı olarak yukarda sözü edilen krizlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Krizler aileleri ne yazık ki çaresizliğe ve bunu sonucu olarak da fiziksel şiddet yoluyla çocuklarını cezalandırmaya yöneltmektedir.


Bu noktaya gelmemek için neler yapılabilir?

Her şeyden önce çocuk yetiştirme sürecinde “terbiye etmek” ve “eğitmek” bir arada yürütülmeli ve çocuklara hayır demekten korkmamalıdır. 

Ona hayır dendikçe çocuk gelişme gösterir ve yeni olanaklar önüne serilir. Ancak ret ya da yasak onu asla küçük düşürmemeli, gülünç duruma sokmamalıdır.

Doğru model olmanın yanı sıra, doğruyu ve yanlışı sabırlı, kararlı ve tutarlı bir şekilde anlatmalı, gerek görülen zamanlarda sebep ve sonuçlar açıklanmalıdır.

Çocukların kendileri için doğruyu yanlışı, iyi kötüyü, tehlikeli olanla olmayanı, ayırt edebilmesini sağlayan sınırları (kendisinin ve diğerlerinin) öğrenmeye ihtiyacı vardır. Bu sınırlar öncelikle anne babası, daha sonra çevresi ve okulu tarafından çizilir. İlk temel sınırlar, sınırların belirlenebilmesi için konulan kurallar, kurallara uyulması için gerekli uygulamalar aile içinde oluşturulur, okul ve çevre tarafından da katkılarla sürdürülür.

Çocuk yetiştirmenin gereği olarak, çocuğa saygı göstermek aynı zamanda ona sınırlar ve yasaklar koymak demektir. Gerekli gereksiz her konuda çocuğun fikrini alarak, yasaklayıcı anne baba etiketi ile yargılanmaktan korkup çoğunlukla onun dediğini yapmak demek değildir. 

Yasaklamak insanların yasalarını söze dökmek demektir. Bu noktadan itibaren her ailenin kendine özgü bir yetiştirme tarzı olacaktır. Gerçekten de her aile “iç tüzüğünü” kendi hazırlar. ?u ailede sofradan kalkılabilir, bu ailede kalkılamaz… Ama insanlığın temel yasaları her ailede aynıdır. 

Örneğin, kendine ve başkalarına saygı gösterme zorunluluğundan “taviz” verilemez. Çocuğun dürtüleriyle baş başa kalması söz konusu olamaz. Çok daha güçlü ve daha sorumlu olmak için dürtüleri sınırlayan yasakları kabul etmek durumundadır.
 

Krize dönüşmüş bazı davranışlar için çözüm önerileri;

Gece yatma krizinin çözümü, temelde bedensel ve zihinsel rahatlama durumunun sağlanmasıyla gerçekleşebilir. Çocuğun kendisini rahat hissetmesi için bazı yöntemler uygulanabilir. Bunlardan biri, çocuğun yatmadan önce fazla hareketli oyunlardan, duygusal gerilimlerden uzak tutmaktır. Bir diğeri ise çocuğun uyku saatinden yarım saat önce odasına çekilmesini sağlayarak, kitap okumak ya da masal anlatmak yoluyla rahatlamasına yardımcı olmaktır.

Anne ve baba, çevresel koşulları kontrol altında tutarak uykuya hazırlık ortamını yaratmalıdır. Bunu için öyle bir düzenleme yapılmalıdır ki, alışkanlığı gerçekleştirmek üzere atılacak ilk adım, çocuğu ikinci adıma zorlasın ve çocuk sonunda kendiliğinden yatsın.

Uyku öncesinde ilk adım, çocuğun banyosu olabilir. Bunu yatağındayken anne veya babanın ona bir kitap okuması, loş bir ortamdaki yatakta oynanan kısa ve sakin bir oyun veya heyecanlı olmayan bir öykünün anlatılması ya da sakinleştirici hafif bir müzik dinletilmesi, şeklindeki ikinci adım izler.

Üçüncü adım, yataktayken bir bardak süt veya meyve suyu verilmesi olabilir. Tüm bu aşamalar, önceleri çocuk için cazip olmayan yatak ve uyku ortamı ile olumlu çağrışımların kurulmasına neden olur. Çocuk için belirli bir uyku zamanı oluşturmak ve bunu düzenli bir biçimde uygulamak gerekir. Bunu sağlayabilmek için, anne ve babalar gerektiğinde kendi bireysel yaşantılarına dair özverilerde bulunabilmelidirler.

“Banyo yapma krizi” de benzer yöntemlerle aşılabilir. Banyo yapmakta direnen çocuğu farklı bir davranış modeline yönlendirebilmek için yine sabırla onu teşvik edecek koşulların hazırlanması gerekir. Örneğin haftanın belirli günlerinde ve günün belirli saatlerinde ailenin tüm üyelerinin banyo yapması uygulaması ile teşvik edici olunabilir.

Bu uygulama ile anne baba bir yandan kazandırmak istediği davranış için model olma etkisini kullanmakta, diğer yandan çocuğu ailenin tüm üyelerinin yaptığı bir davranışı yapmaya yönlendirerek onun bir gruba (aileye) ait olama ihtiyacının giderilmesi etkisini kullanmaktadır. Herkesin aynı gün ve aynı saatte, birlikte alınan bir kararla hareket ederek yaptığı bir şeyi, yapmayarak grubun dışında kalmak istemeyecektir.

Bunun yanı sıra banyo etkinliğinin öncesi ve sonrasında çocuğun yaptığı eylemleri farklılaştırmak yaşanan kısır döngünün kesintiye uğratılmasını ve böylece krizin çözülmesini sağlayabilir.

Bir önceki örnek olan “gece yatma krizi” ne çözüm önerisinde çocuğun banyosu uykuya hazırlık adımlarından ilki olarak kullanılmaktaydı. Aynı uygulama banyo krizinin çözümüne de etki edebilir. Örneğin okuldan gelir gelmez banyoya sokulmaya çalışılan ve belki de bu sebeple diren çocuk banyo saatinin değiştirilmesiyle farklı davranış sergileyebilir. Bu uygulama ile banyo yapmanın içerdiği anlam çocuk için taşıdığı yükümlülük değişecektir.

Daha okuldan eve gelir gelmez bir parça dinlenmeden, biraz oyalanmadan, bir şeyler atıştırmadan yapılması gereken, dayatılan bir yükümlülükken, uykuya geçmeden önce rahatlamak için, keyif için yapılan bir eyleme dönüşür.

Anne ve babanın değiştirdiği banyo yapma tarifi ve anlamı çocuk için de değişecektir.
 

Ayşen EVLİÇOĞLU ŞİMŞEK - Psikolog
AGAPE Danışmanlık Merkezi

Bu makale Çocuğum ve Ben, sayı:37, Haziran 2006 sayısında yayınlanmıştır.

Geri Dön
İçeriği Paylaş

Makaleler

Agape danışmanlık merkezi
mavera interaktif