Kimi zaman çepeçevre saran, sıcacık bir ilişki… Kimi zaman bitmek bilmez tartışmalar eşliğinde güç mücadelesi… Kardeş ilişkileri… Ebeveynlerin en çok istedikleri şey, kendileri olmadığı zaman çocuklarının hayatta güvenebileceği, dayanak bulacağı birisinin olmasıdır. Öyle biri olmalıdır ki, çıkarsızca, koşulsuzca sevsin. Öyle biri olmalı ki, onun acısını acısı, sevincini sevinci yapsın… Elbette tüm bu koşulları sağlayacak kişi bir kardeşten başkası değildir! Peki gerçekten böyle midir?
İlk kez psikolojinin öncü isimlerinden biri olan Alfred Adler tarafından, ailedeki diğer çocukların varlığına ve bunun çocuğun gelişimi üzerindeki etkilerine dikkat çekilmiştir. Ona göre, çocuğun diğer kardeşler arasındaki durumu, özellikle dünyaya geliş sırası hem kardeş ilişkilerinde hem de diğer insanlarla olan ilişkisinde önemlidir. Başka bir ifadeyle Adler, doğuş sırasının çocuğun hayatında kendine özgü bazı sorunları da birlikte getirdiğine inanmaktadır.
Adler’e göre “En büyük çocuk, tacını yitirmiş kraldır.” Yaşamının ilk yıllarında anne-babasının tek sahibi olan ilk çocuk, aynı zaman da tüm ilgi ve sevginin de tek hakimidir. Anne-baba ilk çocuğuyla büyür, ebeveynliği onunla birlikte öğrenirler. Bir süre sonra doğan yeni kardeş ile bu saltanat sarsılır ve büyük kardeşin hayatı bir daha eski haline gelemeyecek şekilde değişir. Artık sahibi olduğu en değerli iki varlığın –anne ve babasının- ilgisi ve sevgisinin tek sahibi değildir. Üzerinde oturduğu tahtı paylaşması gereken biri vardır; Kardeşi… Düşünüldüğünde pek de kolay bir kayıp olmadığı açıktır.
Ruhsal yapının katmanları arasında meydana gelen çatışmalar şiddetlendiğinde, kişi çatışma çözücü savunma mekanizmaları ile duruma karşı koymaya çalışır. Savunma mekanizmaları sağlıklı olan her insanda vardır. Ve ruhsal çatışma halinde kişi farkında olmadan devreye girerler.
Kardeşinin doğumu ile birlikte özellikle annesinin ona olan ilgisini kaybetme korkusu yaşayan büyük kardeş, savunma mekanizmalarından biri olan gerilemeyi kullanarak içinde bulunduğu yoğun stres halinden kurtulmaya çalışır.
Gerileme savunma mekanizması; kişinin daha önce kazandığı gelişme basamaklarında geri adım atması yani daha alt basamaklara inmesidir. Böylece çocuk daha önce kazandığı gelişme basamaklarında gerilemiştir. Yani kazandığı çiş kontrolünü kaybetmiş ve bardağı bırakıp biberona yani emmeye geri dönmüştür. Kısacası gerileyerek, küçülmüştür. “Ben de küçüğüm. Bana da kardeşime davrandığınız gibi davranın.” demektedir.
Yeni kardeşin doğumuna tepkiler çeşitlidir. Bazı çocuklar büyük bir kıskançlıkla, sahip olduklarını kaybetmemek adına bir savaş başlatırlar. “Anne bak ne pis, altına yapıyor…. Hiç söz dinlemiyor, hep ağlıyor… Seni hiç uyutmuyor…” şeklinde belli belirsiz konuşmasıyla kardeşinin eksiklerini ortaya koyarken, hoyratça sevip canını acıtmak ona zevk verebilir. Ya da tamamen reddedip uzak durarak o yokmuş gibi davranarak da kabullenmeyişini gösterebilir. Yaptığı hiçbir resimde kardeşinin olmaması ya da kardeşini hala annesinin karnında yaparak doğuşunu kabullenmeyen resimler// yapması da olasıdır. Bazı zamanlarsa gerileme davranışı göstererek nasıl ki kardeşi altını ıslatıyorsa o da alt ıslatmaya başlayabilir, bardağı bırakıp biberona geri dönebilir. İlgi çekmek için ya da içinde bulunduğu durumun ağırlığını taşıyamadığı için görülen bu tür gerilemeler, aslında “Ben bu durumu kabullenmiyorum.” mesajının şekil değiştirmiş ifadesidir.
Kaybolan tuvalet terbiyesi ve bardak kullanımı için, dayak dahil alacağınız hiçbir tedbir, dökeceğiniz hiçbir dil başarıya ulaşmaz. Ona, kardeşine davrandığınız gibi de davranamazsınız. Çünkü küçük çocuğunuzla, temel ihtiyacı olan bağlanma ve güven duygusunu oluşturabilmeniz için adeta yapışık yaşamanızı, onun her istediğini anında yapmanızı bizzat biz öğütledik. Öte yandan dört yaşındaki çocuğunuzun da sizden bağımsız kendi yaşamı olmasını gerektiğini yine biz söylüyoruz. O halde, biri bebek, diğeri 4 yaşında iki çocuğa eşit davranamayacaksınız. Eşitsizlik kıskançlığı arttırmayacak mı? Bebeğin her an yanında olmanız büyüğü iyice zıvanadan çıkarmaz mı?
Kardeşler arasında kıskançlığı alevlendirmek için kusursuz eşitliği egemen kılmaya çalışmak gibisi yoktur. Çocuklar işte bu noktada anne babasının suçluluk duygusunun farkına varırlar. Bu, onlar için kullanmayı çok iyi bildikleri, kolay ve etkin bir silahtır. Oysa anne babalar kabul etmelidir ki çocuklar arsında kusursuz eşitliği sağlamak mümkün değildir.
Bu kabulden hareketle, yapılması gereken her çocuğa -büyük kardeşe de küçük kardeşe de- yaşının gerektirdiği şekilde davranmak, büyüme sürecinde kardeşler arasında yaşanan kıskançlığın doğal olduğunu bilip sabırla ve anlayışla beklemektir. Unutulmamalıdır ki büyük çocuk, hayatını yeni doğan bir kardeşle paylaşmak zorunda olduğunu öğrendiğinde, bu olayı ondan beklediği gibi bir peri masalı şeklinde yaşamayacaktır. Yeni geleni kıskanacak ve ondan kurtulmak isteyecektir, bu onun kötü kalpli olduğunu göstermez, bu onun için bir hayatta kalabilme sorunudur.
Anne babalar, küçük bir kardeşleri doğduğunda çocuklarda suçluluk duygusu uyandırmamaya dikkat etmelidir. “Kardeşini sevmediğin için utanmıyor musun? Kardeşin olduğu için mutlu olmalısın.” Bunlar gerçekten yıkıcı cümlelerdir.
Anne baba çocuğa, bebeği sevmeme hakkına sahip olduğunu, bebeğe zarar vermesine engel olacaklarını, kendisini sevdikleri gibi onu da seveceklerini açıklayarak, durumu dramatik olmaktan çıkaracaktır.
Yeni gelenin büyük kardeşiyle, büyük kardeşin de yeni gelenle paylaşacağı hiçbir şey yoktur, çünkü anne baba her biri için özel bir pasta hazırlayacaktır. Her çocuğun ağız tadı ve beklentileri kardeşlerininkinden farklıdır. Çocuklar, bu anlayışı, yalnızca kendilerine ait olan şeye sahip olmayı severler. Ama anlaşılan o ki, anne babalar, haksızlık yapma korkusuyla, bunu kabullenmekte zorlanıyor. Ne pahasına olursa olsun, kendilerini çocukları arasında hakça paylaştırmak ister gibiler. Oysa kalabalık bir ailede her çocuğun yalnızca kendine ait bir annesi, bir babası vardır, tıpkı her çocuğun anne babası için “tek” olması gibi.
Her doğumda baba, anne ve çocuk arasında kurulan bağ özel bir bağdır ve üçü arasında özel bir ilişki kurulur.
Çocuk yetiştirirken her şeyi benzer kılmaya çalışmak neden? Neden her şey cilalanmak, yumuşatılmak istenir? Oysa çatışmaların, üzüntülerin ve rekabetlerin varlığı bir gerçektir.
Ayşen Evliçoğlu - Psikolog
AGAPE Danışmanlık Merkezi
* Çocuğum ve Ben Dergisi Mayıs 2007 sayı:47